29 Haziran 2009 Pazartesi

Melekler Korusun

Yazmazsam çatlarım! Denk geldikçe izlediğim ve şu anda tekrarı yayınlanmakta olan şu tırt dizinin senaristlerine seslenmek istiyorum: Nineye de birini bulun! Anacım bi ninenin sevdiceği yok, herkesin çifter çifter yedeği var. Aşkın yaşı yok! Bakın Muazzez İlmiye Çığ'la Hayrettin Karaca'ya; aşk dediğin 90'ında bile buluyor insanları. Yalnız kalmasın kurban olduğum, nineye de birini bulun!

14 Haziran 2009 Pazar

Easy Virtue/Evlilik Sınavı



Bir daha Hıncal Uluç'un yorumlarını sallarsam iki olsun. Gerçi Ece Gürsel gibi bir hatunu baş tacı yapan adamın zevkinden ne bekliyorum o ayrı konu, ama neredeyse kanıyordum. Nitekim Hıncal Uluç yüzünden az kaldı filmi izlemiyordum. Ama iyi ki bir ileri görüşlülük göstererek filmi izlemişim. Mükemmel bir kara komedi çıktı. Belki de negatif önyargıyla izlediğim için epey beğendim. Ve en beğenmediğim yeri de Hıncal amcanın beğendiği tango sahnesiydi. Bunca yıllık Colin Firthseverim, fakat abi adam kötü dansediyor. Jessica Biel zaten hoplayıp duruyor. İki ders daha fazla alsalarmış iyi olurmuş.

Her neyse, gelelim fasülyenin faydalarına. Film soylu ve adım adım fakirleşmekte olan bir İngiliz ailesine gelin giden bir Amerikalı hatunun hikayesini anlatıyor. Kaynana tam İngiliz; soğuk ve alaycı. Neredeyse isterik bir edayla "marvellous" demesine hasta kaldım. Kristin Scott Thomas oynuyormuş kaynanayı. Filmin en parlayan tarafı o. Evrensel anlamda kaynana neyse o; aynı zamanda soğuk, iki yüzlü ve İngiliz. Hepsini birden karakterin içine koymuş, homojen kıvama getirmiş. Mükemmel karışım.

Ne yalan söyleyeyim Colin Firth oraya gitmemiş gibi. Performansının doruklarında değil, bir şekilde oynuyor, idare ediyor ama o kadar. O rolün insanı değil bence. Karizmasına diyecek yok, ortada salınsa yeter. Ama dediğim gibi o kadar; görmüş geçirmiş karizmatik kayınbabaya gitmemiş. Ya da rol partneri kaynana Kristin'in yanında sönük kaldığından olabilir. Nitekim kaynanayla yarışabilecek tek şey Jessica Biel'in altın sarısı saçlarıydı(Hayır, oyunculuğu kesinlikle değil.).

Ha bir de uşağa çok güldüm. Hani bütün hizmetkarlar olayın kara mizahına karalık katıyor ama uşağın yeri ayrıydı. Romanlardaki uşak karizması, sivri bir dil ve nitelikli espiri anlayışı(Evet, şimdi kendisinin kim olduğuna baktımda dumurlara bi'koşu gidip geldim. Love Actually'deki Amerikalı kızlar İngilizlere hastaymış modunda noelde Amerikaya giden şebelek çocukmuş!).

Neyse zati uzun yazdım, konudan bahsedeyim. Larita, soylu bir İngiliz aileye gelin gitmiş Amerikalı, otomobil yarışcışı bir kızcağız. Zaten bunların adetlerine baştan beri alışamıyor. Kaynana da başında car car ötüp duruyor. Bu arada karizmatik kayınbaba, gelini kollayıp duruyor. Ha evlendiği çocuk da saftirik bişey zati, anasının lafından pek çıkmıyor. Bir de iki görümce var; ikisi de tam görümce. Anam anam, kıza etmediklerini bırakmıyorlar. Buna iyi davranan bir kaç kişi var. Biri Larita'nın kocasının eski yavuklusu Sarah, biri Sarah'ın kardeşi, bir de işte görseniz kayınbaba olsuğuna inanmayacağınız kayınbaba:) Ben 1,5 saatin nasıl geçtiğini pek anlamadım. Kurgusu genel olarak bağlayıcı, filmde gereksiz bir şeyler pek yok.

Hadi haksızlık etmeyeyim şimdi, isteyen buyursun Hıncal amcaya .Ama ben izlemeseydim çok şey kaçıracaktım. Film festivalinde yayıla yayıla izlemediğime pişman oldum.

Not: Tabii ki filmin adı çevirye kurban gitmiş, ama bizde geçen adı budur.

Molacan

Ay evet, yazmam gerektiğini düşündüğüm bir iki şeyi yazdım. Hepsini yazmaya kalkarsam aklımdakilerin valla sabaha kadar yatamam. Neyse taze izlediğim filmi de yazıp öyle yatayım bari.

Arranged/Görücü Usulü

Bu filmi teee ne zaman, kanal 24'te, ortasından başlayarak izlemiştim. Filmi indireli çok oldu, ama bu sefer de altyazısını bulmamıştım. Meğersem ben 24'te izlediğimde büyük bir kısmı kaçırmışım.

Film sempatik ve önyargısız bir film. Hani genelde önyargısız denildiği zaman bir bokluk çıkar altından ya bu öyle değil. Çünkü iki farklı anlayışa gerçekten tarafsız yaklaşmış. Baktığım zaman hiçbirini yargılamadım. Belli ki yöneten de yargılamamış.

Film, adı üstünde görücü usulüyle yapılan evlilikleri anlatıyor. Biri müslüman, diğeri yahudi; iki tane öğretmen kız. Bir de ateist müdürleri var:) Nitekim burası biraz mizansen gibi görünüyor. Çünkü kızlar ve aileleri oldukça dindar ve ateist müdür sanki oraya özellikle, durumu vurgulamak için konulmuş. Kötü anlamda değil, ama mizansen olduğu fazla hissediliyor. Nitekim bu kızların evlenme yaşının geldiği düşünüldüğünden aileleri ve yakın çevreleri tarafından everilmek isteniyor. Gelen ve giden görücüler içinde bir taraftan kendilerini de bulmaya çalışan iki kız. Gayet masumane ve sevimli bir dille anlatılmış. Bir yandan kızları anlarken ve hak verirken, diğer tarafta görücü usulünü mantıklı bulmaya başlıyorsunuz. Çünkü evet, sistemin bir mantığı var. Tabii bu görüşü oluşturmada senarist/yönetmenin de(ikisi de aynı kişi) çok etkisi var. Filmin sonunda kızların görücü usulü evlilik yapması kaçınılmaz doğal sonuç olarak geliyor.

Film güzeldi. Tanıdık bir şeyler görmek bile mümkün. New York'ta geçmesine rağmen insanın insan oluşunun evrenselliğini hissettiren bir tarafı var. Ödül filan aldığına bakmayın; entel kuntel değil, gayet kendini izlettiriyor:)

The 1th Shop of Coffee Prince


Ne zamandır yazıcam yazıcam diyorum yazamıyorum. Bambaşka bir kore dizisini daha bitirmek üzeriyim, ancak yazabildim. Valla durum şudur ki sayın seyirciler, seyredin anasını satayım:P bu dizi kaçmaz:) niye derseniz, bir kere çok sevimli. Her karakter ayrı takıntılı, özellikle de aşk konusunda. Erkekler hayallerdeki sadık ve çok aşık erkek modeli pek tabii olarak:) Ama her şeyin ötesinde dizinin pozitif bir enerjisi var ve izlerken bana geçirdiler o enerjiyi de...İnternetten takip ettiğim kadarıyla sanırım bu hisse kapılan tek kişi değilim. Dizinin her bölümü bittikten sonra suratta kalan sırıtma hali güzel bir duygu.

Konudan az biraz bahsetmiş idim. Aslında konu absürd ötesi, ama düşünülmeden izlenirse özellikle süper oluyor. Mantık hatası değil ama hatası, konu tam manga konusu, gerçek hayatta pek yaşanabilecek türden bir şey değil. Her karakterin ayrı bir hikayesi var. Han Kyul uzun süre eşcinsel olduğunu zannetti; kendini bir hezeyandan bir başkasına atıp durdu epey bir süre. Mesela Japon karakterin hikayesi de güzeldi(anladığım kadarıyla japonlarla korelilerin, türklerle yunanlılar gibi bir ilişkileri var. aşk-nefret güzellemesi yani). Aşk uğruna teee Japonyalardan kopup gelmiş yavrum. Gerçi bu Japon evlat gibi diğer yan karakterlerin de hikayeleri zaman içinde çözüldü tabii.

Gong Yoo hastalığımı bilmeyenler sayfayı aşağı indirsin biraz:) Gülüşüne kurban olan bu yaratık(sen insan mısın?) dizinin en sempatik karakteriydi. Başlangıçtaki hercai oğlandan, bir hikayesi olan bir adama dönüştü. Go Eun Chan'ı oynayan Yoon Eun Hye, Goong'tan daha ona yakışan bir rol bulmuş sonunda. Goong'da direk bir manga karakateriydi. Tepkileri, mimikleri, hal ve haraketleri çok abartılıydı. Zaten Goong'u seyrettiğim süre boyunca benim göynüm Min Hyorin'den yanaydı(neyse uzun konu o, bilahere değinirim).Burada rolü daha oturmuştu.

Kısacası eğer eğlenceli dizi seyredicem diyosanız, tavsiye edilebilcek dizi. Ama fazla bir şey beklemeyin. Sadece eğlencesine oturacaksanız karşısına; mantık hatalarına takılmadan, senaryoyu didiklemeden izleyecekseniz; 17 fincan kahve sizi bekler:)