Nasıl anlatsam nerden başlasam... Valla biraz geç başladım yeni sezona(zira pazartesi başladı aslen) ama geç olsun güç olmasın tadında bir buçuk saat dvd-tv ikilisinden ayrılmadan bitirdim ilk iki bölümü. İlk iki bölüm halinde yayınlandı, mübarek sinema tadındaydı çünkü. Bölüm nasıldı derseniz şapşallamış durumdayım. Akıl hastahanesi, House filan iyiydi de kesin bir hinlik var bu bölümün içinde diye düşünmeden edemedim. Mesela House'ın son sahnede bindiği otobüste "Prepare for success" yazıyordu. Son sahnelerde renkler pasparlaktı yine... Var bunda bir hinlik ama dur bir dahaki bölümde anlaşılacak. Ya da sezon sonuna kadar anlaşılmayacak. Kanımca sezon sonunda House'ı bir yatağa bağlı ve bir beş senedir konuşmuyor olarak göreceğiz.
Kısaca film tadında sezonu açtı Gregory House'çuğum. Sancılı geceler filan derken vicodinden kurtuluyor. Ama bundan sonra akıl hastanesinden kurtulamıyor, zira dizimizin dinsizi Greg, imansızı da akıl hastanesinin başhekimi. Greg Greg dememin sebebi 1,5 saat boyunca çoğunlukla House'ı değil Greg'i görüyoruz. İnsan olan, acı çeken, özür dileyen, hiç olmadık yerde ağlayabilen, vicodine sarılmak yerine gidip dert anlatan... Ama bir yandan da şüphe baki. Çünkü bu kadar kolay teslim olabileceği aklıma gelmemişti. Sistemle o kadar kısa süre cebelleşiyor ki şüphe etmemek mümkün değil. Beş sezon boyunca sistemin kendisiyle birebir boğuşmuş bir insanın 1,5 saatlik bir bölümde teslim olması yeterli değil.
Hem niye kimse bu adamın ziyaretine gelmedi? Ne Cuddy, ne Wilson hatta annesi bile gelmedi... İyi de neden? Wilson'ı epi topu bir sahnede gördük. Dahası onların hayatına dair de bir şey göstermedi. Başka bölümlerde bir şekilde diğer karakterlerin hikayeleri ayrıca dönerdi. Akıl hastanesinin içinde bile içinde Greg'in olmadığı bir hikaye dönmedi.Sadece bölümün sonunda -ki o da bir yerde Greg'le bağlantılıydı- Alvie(House'ın çene ishaline yakalanmış koğuş arkadadaşı), Greg giderken arkasından bakıp bakıp sonra doktora gidip "iyileşmek istiyorum ben" diyordu. Sonrasında House'ı gösterdiklerinde de üstünde Alvie'nin tişörtü vardı.
Senarsitler sağolsun, hele bir önceki sezondan sonrai bütün seyirciyi psikopata bağlattılar. Herkes şu an hazır, House'ın aslında akıl hastanesinde bağlı bir deli olmasını bekliyor. Deli çıktığı an temin ederim sizinin hiçbir fanatiği şaşırmayacak. Çünkü o senaristlerden genele baktığında basit bölüm çıkmaz. En fazla fantastik bir bölüme gebe basit gibi görünen bir bölüm çıkar. Keza geçen sezonun sondan bir önceki bölümü. O bölüm çok sıradandı, dahası sezon finalinin de 4/5'i sıradan gitti, son 10 dkda sıçıp bıraktı. Yani kısacası kendisini House bildik, House severiz. Greg havası bizi bozar mı evet bozar. Gerçi o kadar arıza bir adamı efendi yapmak herhalde her kadının özünde var.Kadın cinsinin sorunlu adama takıntısı var ya cinsimdir bilirim diye söylemiyorum düzeltebilceklerine inandıkları için arıza adamlara aşık olduklarına inanırım. O yüzden Gregory House'ı bir anlık evinin erkeki ve kırılgan insan modeli görünce hoşuma gitmedi değil. Ancak kafasını pastalara daldıran, sahneye çıkıp rap yapan bir House nacak bir anlık hoşuma gidebiliri. Burdan kendisine sesleniyorum: House n'olur geri dön!
Ha bu arada sanılmasın ki Hugh Laurie'ye lafım var. Kendisinin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu tekrar ve tekrar söylemekten gocunmuyorum. Ortalığı yakıp yıkan, dizinin sonunda kocaman bir sırıtmayı yerleştiren o:) Kendisi aldığı ve almadığı bütün Emmylerin, Altın Kürelerin ve bilimum ödüllerin sahibidir bence. Yalvarsam sesimi duyar mısınız ey senaristler? Şu adamı bir yağmur altına sokup ıslak ve ingiliz fenomeni haline getirin nolur! Her neyse Yaradana kurban diyor ve Hugh Laurie meselesini kapatıyorum.
Eğlenceli bir House yazısı değil maalesef. Fakat ben bölümü hala düşünüyorum. İkinciye izledikten sonra bi daha oturup bir daha yazıcam.
Hanimiş: Bu arada gerizekalı bir grup jüri Emmyde House'a ödül vermediler. Esefle kınıyorum!
26 Eylül 2009 Cumartesi
22 Eylül 2009 Salı
...her günüm azap olsa yine seni seveceğim...
Bunda da ne güzel tango yapılır diye düşünmeye başaldım manyak mıyım neyim:)
Arım Balım Peteğim-Nesrin Sipahi
Arım Balım Peteğim-Nesrin Sipahi
Love in the Afternoon/Öğleden Sonra Aşk yahut Arım Balım Peteğim
Eski ve yabancı duruyor değil mi? Aslında çok tanıdık; en azından Türk filmi-severler için...Hatta o kadar tanıdık ki teplikleri bile aynı:) Hayır, insan en azından bu kadar zahmet edip yeni bir şeyler yazar yani; direk Türkçeye çevirmişler. 13 yıl arayla "Love in the Afternoon" ve "Arım Balım Peteğim" pek farklı filmler değiller. Sadece biz Türkler durumu dramatize etmeyi seviyoruz. Ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse Amerikalılar doğum kontrol yöntemlerini etkin bir biçimde kullanıyorlar, bizse bu konudan bi'haberiz:P
Aslına bakarsanız tipik Türkan Şoray filmleri gibi bu da çok tipik bir Audrey Hepburn filmi. Gerçekte çok güzel olan Türkan Şoray'ı gerek saç kesimi gerek kıyafetleri yönünden çirkinleştirdiklerinden film, Audrey Hepburn'ün zarafetiyle film daha ilk dakikadan 1-0 öne çıktı. Önden dedektif amcamızın yaptığı girizgahla da bir adım daha öne çıktı, zira Paris'in aşk şehri olmasıyla inceden bir dalga geçiş var. Etti mi sana 2-0. Fakat filmin hikayesi Paris'te bizimkinin hikayesi İstanbul'da geçiyor ve hiç Paris görmemiş olmakla beraber bir İstanbullu olarak kendi şehrimi kayırıyorum; sonuç 2-1[maça döndü iş ama sonunda ne olacak ben de bilmiyorum:)]. Her neyse hikaye aynı; dedektif babanın aşk meraklısı kızı ve alemin çapkın kişisine aşkı... Türkan Şoray'ı çok severim ama Audrey Hepburn bambaşka bir kadın. Havasıyla, zarafetiyle filmin büyük bir kısmını dolduruyor. Hani o kadar ki Türkan Şoray'ın bütün film boyunca şarkı söyleyerek yapmaya çalıştığı şeyi Audrey Hepburn sadece süzülerek yapıyor. Gary Cooper'a gelince... Cüneyt Arkın senelerce o rolde çok iyi durdu bence. Hala da öyle... Şık yani, üstünde çapkın adam çok güzel duruyor. Ama Gary Cooper, o kadar sene westernde oynamakla beraber, adam müthiş bir salon adamı. Başlangıçta oturmamış mı acaba dedim ama son sahnedeki o yüz ifadesini dönüp durup izliyorum. Adam resmen acı çekti o sahnede. Bir de yanında kadın olduğu halde kadın iki saniye görüş alanından çıktığı an diğer kadınları süzüşü süperdi. Lakin Gary Cooper mı Cüneyt Arkın mı diye sormayın; bilemiyorum. Cüneyt Arkın'ı hala o role yakıştırım, ama Gary Cooper daha iyi oynuyor. Hoş, herkes Cüneyt Arkın'dan daha iyi oynuyor ya:) Üstelik Gary Cooper'ı bu rolüyle Humprey Bogart'ın 1. olduğu listede(50'li-60'lı yılların aşırı karizmatik adamları listesi) 2. sıraya koyuyorum.
Aslına bakarsanız tipik Türkan Şoray filmleri gibi bu da çok tipik bir Audrey Hepburn filmi. Gerçekte çok güzel olan Türkan Şoray'ı gerek saç kesimi gerek kıyafetleri yönünden çirkinleştirdiklerinden film, Audrey Hepburn'ün zarafetiyle film daha ilk dakikadan 1-0 öne çıktı. Önden dedektif amcamızın yaptığı girizgahla da bir adım daha öne çıktı, zira Paris'in aşk şehri olmasıyla inceden bir dalga geçiş var. Etti mi sana 2-0. Fakat filmin hikayesi Paris'te bizimkinin hikayesi İstanbul'da geçiyor ve hiç Paris görmemiş olmakla beraber bir İstanbullu olarak kendi şehrimi kayırıyorum; sonuç 2-1[maça döndü iş ama sonunda ne olacak ben de bilmiyorum:)]. Her neyse hikaye aynı; dedektif babanın aşk meraklısı kızı ve alemin çapkın kişisine aşkı... Türkan Şoray'ı çok severim ama Audrey Hepburn bambaşka bir kadın. Havasıyla, zarafetiyle filmin büyük bir kısmını dolduruyor. Hani o kadar ki Türkan Şoray'ın bütün film boyunca şarkı söyleyerek yapmaya çalıştığı şeyi Audrey Hepburn sadece süzülerek yapıyor. Gary Cooper'a gelince... Cüneyt Arkın senelerce o rolde çok iyi durdu bence. Hala da öyle... Şık yani, üstünde çapkın adam çok güzel duruyor. Ama Gary Cooper, o kadar sene westernde oynamakla beraber, adam müthiş bir salon adamı. Başlangıçta oturmamış mı acaba dedim ama son sahnedeki o yüz ifadesini dönüp durup izliyorum. Adam resmen acı çekti o sahnede. Bir de yanında kadın olduğu halde kadın iki saniye görüş alanından çıktığı an diğer kadınları süzüşü süperdi. Lakin Gary Cooper mı Cüneyt Arkın mı diye sormayın; bilemiyorum. Cüneyt Arkın'ı hala o role yakıştırım, ama Gary Cooper daha iyi oynuyor. Hoş, herkes Cüneyt Arkın'dan daha iyi oynuyor ya:) Üstelik Gary Cooper'ı bu rolüyle Humprey Bogart'ın 1. olduğu listede(50'li-60'lı yılların aşırı karizmatik adamları listesi) 2. sıraya koyuyorum.
Bizim verisyonun "Arım Balım Peteğim" şarkısı gibi orjinalde de orkestra paso "Fascination" çalıyor. Güzel şarkı, ama bizimkinin yerini tutamaz hıh! Belki de film boyunca Fascination'ın sözleri hç geçmediği içindir, halbuki duruma alakalı hoş sözleri var. Bir de ne bileyim bizim film daha sıcak, kopuk bir senaryoyla olsa bile... Orjinali resmen soğuk. Film bir Sabrina, bir Tiffany's de Kahvaltı gibi içine almıyor.
19 Eylül 2009 Cumartesi
13 Eylül 2009 Pazar
Kavak Yelleri
Dizinin önümüzdeki sezon gidişatı daha sezonun ilk bölümünden belli oldu sanki. Ahanda buraya yazıyorum(bu laf hiç bu kadar gerçekçi olmamıştı) o Efe geri döner. Damdan düşer gibi mi oldu ne?
Neyse baştan alayım efenim. Kavak Yelleri sezonun ilk bölümüyle açtı mevsimi bu akşam malumunuz. İlk bölüm bir bakayım, ne olmuş ne bitmiş, kim kimi ne etmiş anafikirleriyle izledim. Bir kere ilk bölümden bir kanırttılar. Aradan üç sene geçmiş(ben ilk başladığında beş diye sallamıştım), herkes kendi yoluna dağılmış, kızlar yaşlı gözükmek için saçları kestirmiş(gerçi Aslı Enver'e de Ceren Moray'a da yakışmış), bu arada Aslı kendini anlamsız ilişkilere vurmuş falan filan. Ama beni kafadan kopartan dizinin ilk sahnesi oldu. Bir sahil(sağdan soldan dizinin gençleri hatta efe fırlayacak diye bakıyorum), millet güneşleniyor (ben hala efe bekliyorum), çocuklar kumdan kaleler yapıyor(efenin diziden ayrıldığını hatırlıyor ve denizi beklemeye başlıyorum), insanlar deniz-kum-güneş üçlüsünün tadını çıkarıyor(hala deniz gelecek diye beklemekle beraber atakan gelse diye umuyorum). Ama o da ne? Kamera birden bire suya doğru dönüyor ve içinden Bond, James Bondmuşçasına çıplak ve ıslak Sarp Apak çıkıyor. Sanırım bu tip sahneler için kas çalışılmış. Ay o sahneyi bulup koyucam buraya bir ara:) Bunu çekenler Sarp Apak'ı ne zannetti acaba:D Islak ve İngiliz fenomeninden sonra(araştırma aşamasında olan bir tezim var bu konu hakkında), çıplak ve Türk fenomenine doğru yol alıyoruz(Kıvanç Tatlıtuğ'da bol bol görebilirsiniz bu olayı. Kıvanç'ı o kadar çok gösterdiler ki Sarp filan kesmiyor artık bizi:P). Neyse sonuç itibarıyla bölüm Aslı'nın zıpkınla Sarp Apak'ı(henüz karakterinin gerçek ismine vakıf olamadık, dolandırıcı da kendisi) vurmasıyla bitti. Buradan anlıyoruz ki kendisi Aslı'nın müstakbel mercimeği. Amaaaaa.... Geçmişe şöyle bir döndüklerinde gördük ki geçen sezon sonundaki kazada Efe'nin öldüğüne dair kesin bir bilgi yok. Efe'nin vücudu bulunamıyor. Bunlar da öldü kabul ediyorlar. işin tuhaf tarafı Dağhan Külegeç ufak ufak şaibeli konuşmaya başladı. Bana kalırsa geçici bir sepetlenme söz konusu. Bu adam geri döner mi döner. Üstelik tam da Aslı'yla müstakbel mercimeğinin fırınlanma zamanında ve üç senelik bir hafıza kaybından sonra. Ha sonra ne olur? Kavak Yelleri gibi gudik bir dizi de her şey olabilir. Bu ne perhiz bu be lahana turşusu? Ben dizi izlemeden durabilen bir bünye değilim. İyi olur kötü olur diziyi seyrettiren bir şey mutlaka bulunur. Hem de benim gibi kronik bağımlılara... Mesela Atakan'la Halil'in yemek aşkı geçen sezon diziyi izlettiren şeydi:) Sarp Apak, bir şekilde gidiyordu Avrupa Yakası'na ama buraya oturtamadım henüz. Üstelik Dağhan Külegeç gibi -nasıl anlatsam- rolü sanki onun özelliklerine has biçilmiş birinden sonra ve onun yerine. Çünkü zamanında en güzel ve orjinal diyaloglar Efe için yazıldı. Bunun üstüne Sarp Apak ne yapabilir bilmiyorum. Ama bu dizi yine de izlenir.
Neyse baştan alayım efenim. Kavak Yelleri sezonun ilk bölümüyle açtı mevsimi bu akşam malumunuz. İlk bölüm bir bakayım, ne olmuş ne bitmiş, kim kimi ne etmiş anafikirleriyle izledim. Bir kere ilk bölümden bir kanırttılar. Aradan üç sene geçmiş(ben ilk başladığında beş diye sallamıştım), herkes kendi yoluna dağılmış, kızlar yaşlı gözükmek için saçları kestirmiş(gerçi Aslı Enver'e de Ceren Moray'a da yakışmış), bu arada Aslı kendini anlamsız ilişkilere vurmuş falan filan. Ama beni kafadan kopartan dizinin ilk sahnesi oldu. Bir sahil(sağdan soldan dizinin gençleri hatta efe fırlayacak diye bakıyorum), millet güneşleniyor (ben hala efe bekliyorum), çocuklar kumdan kaleler yapıyor(efenin diziden ayrıldığını hatırlıyor ve denizi beklemeye başlıyorum), insanlar deniz-kum-güneş üçlüsünün tadını çıkarıyor(hala deniz gelecek diye beklemekle beraber atakan gelse diye umuyorum). Ama o da ne? Kamera birden bire suya doğru dönüyor ve içinden Bond, James Bondmuşçasına çıplak ve ıslak Sarp Apak çıkıyor. Sanırım bu tip sahneler için kas çalışılmış. Ay o sahneyi bulup koyucam buraya bir ara:) Bunu çekenler Sarp Apak'ı ne zannetti acaba:D Islak ve İngiliz fenomeninden sonra(araştırma aşamasında olan bir tezim var bu konu hakkında), çıplak ve Türk fenomenine doğru yol alıyoruz(Kıvanç Tatlıtuğ'da bol bol görebilirsiniz bu olayı. Kıvanç'ı o kadar çok gösterdiler ki Sarp filan kesmiyor artık bizi:P). Neyse sonuç itibarıyla bölüm Aslı'nın zıpkınla Sarp Apak'ı(henüz karakterinin gerçek ismine vakıf olamadık, dolandırıcı da kendisi) vurmasıyla bitti. Buradan anlıyoruz ki kendisi Aslı'nın müstakbel mercimeği. Amaaaaa.... Geçmişe şöyle bir döndüklerinde gördük ki geçen sezon sonundaki kazada Efe'nin öldüğüne dair kesin bir bilgi yok. Efe'nin vücudu bulunamıyor. Bunlar da öldü kabul ediyorlar. işin tuhaf tarafı Dağhan Külegeç ufak ufak şaibeli konuşmaya başladı. Bana kalırsa geçici bir sepetlenme söz konusu. Bu adam geri döner mi döner. Üstelik tam da Aslı'yla müstakbel mercimeğinin fırınlanma zamanında ve üç senelik bir hafıza kaybından sonra. Ha sonra ne olur? Kavak Yelleri gibi gudik bir dizi de her şey olabilir. Bu ne perhiz bu be lahana turşusu? Ben dizi izlemeden durabilen bir bünye değilim. İyi olur kötü olur diziyi seyrettiren bir şey mutlaka bulunur. Hem de benim gibi kronik bağımlılara... Mesela Atakan'la Halil'in yemek aşkı geçen sezon diziyi izlettiren şeydi:) Sarp Apak, bir şekilde gidiyordu Avrupa Yakası'na ama buraya oturtamadım henüz. Üstelik Dağhan Külegeç gibi -nasıl anlatsam- rolü sanki onun özelliklerine has biçilmiş birinden sonra ve onun yerine. Çünkü zamanında en güzel ve orjinal diyaloglar Efe için yazıldı. Bunun üstüne Sarp Apak ne yapabilir bilmiyorum. Ama bu dizi yine de izlenir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)