11 Şubat 2010 Perşembe

House M.D.- İçimdeki Greg aşkı bambaşka!


Valla yazılmak için sırada bekleyen bir ordu film varken niye başladım bu yazıya bilmiyorum. Şekerim, dayanamıoooorum artık, haykıracaim içimdeki aşkımı! Şu dizi aleminde House'tan gayrısı yalan, seviyorum ulen!

O kadar zamandır diyorum ki kendime "Bekle canan, sezon bitsin. Her türlü manas destanıyla yarıştırıcan yazıyı, bari sezonu bitseydi de yer kaplamasaydı"(evet, bloggera acıdım birden). Ama olmuyor, zira senaristler yerinde durmuyor. Sezonun başından beri bir şeyler yapıyorlar, ama beni serseme çevirmiş durumdalar. House hiç bilindik bir düzlemde yürümüyor şu an. 5 sezon boyunca House üzerinden yürüdü dizi. Bir vaka geldi, yanlış teşhis, doğru teşhis, akabinde çözülmesi vs. House vicodini yuttu, hayat devam etti. Piç olan, ama piç olmak için bir takım sebeplere tutunan, özünde pörfekto bir adam olan Gregory House dışında herkesin hikayesi yandan yandan anlatıldı. Ama House o kadar piçti ki diğerlerinin iyiliği ve kötülüğü pek belli olmuyordu. Sadece Foremen diğerlerinden farklı ve House'a benzer duruyordu, o kadar. Diğer karakterleri pek görmediydik, ama anlatılmadı da değil. Yaptıkları hareketlerin hepsi tutarlıydı, hoş hala da tutarlı. Dizinin en güzel tarafı bu zaten, gerçekmişçesine karakterler hepsinin gerçekçi bir kişiliği var ve verecekleri kararlar temelde buna asla ters düşmüyor. Ve 6.sezonla insanileşen House sonucunda diğer karakterlerin de aslında ne kadar ilginç olduğu anlatılmaya başlandı. Aslında piç olabiletesi olanın sadece House değil diğer karakterler de olduğu görüldü. Zira 14 bölümde Chase bir diktatörü öldürdü, Cameron kişiliğine tamamen ters düştüğü için her şeyi bırakıp gitti, Chase-Taub-13 bir olup Foreman'ı yemeye çalıştılar... Wilson bile House'la çıkmadığı için Cuddy'den intikam aldı. Hatta House'ın piçliğine ayak uydurmak adına eşcinsel taklidi yapıp, House'a evlenme teklif etti:D

Her neyse sezon sonu için çeşitli komplo teorileri yok değil, bol miktarda var. Zira House'ın sezon sonunda yeniden tımarhaneyi boylayacağını düşünenler az değil. Fakat ben önceki bölümde baba olacağı için askere gitmek istemeyen ve bu uğurda ayağını kaybeden adama bakarken aile kavamına saygıyla bakmaya başladığını düşünüyorum. Sırıttı diyenler var, hayır sahneyi iki kere açıp izledim(evet, öyle bir psikopatım), sırıtma filan yok; bariz afallama var. Zaten o bölümde de Foreman ve hapisten çıkan abisini barıştırmaya çalışıyordu. Bana kalırsa ilerleyen bölümlerde baba olmayı deneyebilir(Greeeeg, evinin kadını, çocuklarının anası, koltuğunun köşe yastığı olurum kurban olduğum!). Wilson'ın deyişiyle "You are the diabolical, yet benevolent puppet master!"

Gregciğimi düşünürkene nereye bağlayacağımı unuttum yahu... Kısaca House izleyin, izletin, izlettirin. Hayatımın erkeeeni bütün dünya sevsin anacım. Gerçek olsa keşke bea. Valla hayatımın erkeği resmen. Hayal edemediğim kadar sorunlu. Seviyorum seni Gregory House!

8 Şubat 2010 Pazartesi

Ultimo tango a Parigi/ Paris'te Son Tango

Kaç gündür filmi yazmaya oturup yazamıyorum. Başka alakasız şeyler yazdım arada ama bir türlü oturup yazamadım. Niye bu bu kadar anlatasım var? "Porno diyip geçme tanı" klasörüme bir film daha eklemiş bulunuyorum. Bu arada yazım da belli bir yaş üstü içeriğe sahip olacak muhtemelen, haberiniz olsun.

Gerçi şimdi nasıl anlatsam nerden başlasam durumum var. Zira film Bernardo Bertolucci isminde bir İtalyan yönetmen amcanın. Fransız, İtalyan oldu mu kıllanıyorum arkadaş, muhakkak filmin bir yerinde bir sembolizim neyim vardır dediydim, okuduğuma göre zaten varmış. Avrupa sineması, olmaz mı? Ha okudum da anladım mı? Hayır. Zira Fransız Yeni Dalga akımıyla alakalı bir mesele varmış, yok örtü örtünce bu olmuş, yok koşunca şu olmuş... Ama ben sembolizimden zerre anlayan bir seyirci olmadığım için hiçbirini anlamadım. Bir tek tango sembolizmini anladım, ona da ayrı değineceğim(değinmem mi, sembolik bir şeyi anladım). Diğer hiçbir haltı anlamadım anacım.

Film Paris'te geçiyor isminden de anlaşılabilceği gibi... Paris'te olduğu pek anlaşılmıyor gerçi, filmin geçtiği mekanlar çok sınırlı. Ha bu arada uyarmadı demeyin. Türk ailesiyle oturup seyredilcek bir film değil. Zira anne, baba, amca, teyze filmin yarısında "tövbe estağfuğrullah..." diyip size höbölö höbölö çığırabilir. Ne bileyim yakın arkadaşla yahut sevdicekle bile izlemek kastırabilir adamı. Porno mu yani? Hayır, değil. Bütün sertliğine rağmen değil. Aslını isterseniz aradaki farkıda çok iyi bildiğimi söyleyemeceğim. Zira oturup porno seyretmişliğim yok. Bak şüpheye düştüm lan şimdi yazarken. Edebiyattan gidiyim bari(Gerçi bunu söyleyen insan böyle bir örneğin içinde kullandığımı duysa beni öldürür, pişman da olmaz). Adamın biri zamanında "Bir eser eğer belli bir edebi kaygıyla vücuda getirildiyse en kötü eserin bile belli bir edebi değeri vardır" dediydi. Aynı mantıktan gidersem: Sanırım belli bir sinematik kaygı güdüldüğünü düşündüğümden porno diye isimlendiremiyorum. Ay beş saattir anlatamadım derdimi. Açık ve net söyleyeyim, +18 olması bir yana filmin estetik tarafı çok gelişkin değil. Ha bu demek değil ki film kötü. Sahnelerin bir kısmında tamamen hayvansı güdüler hakim, aslında filmin hikayesi de biraz bu sanırım.

Biri erkek, biri dişi; söz konusu iki kişinin sıradışı, isimsiz, sıfatsız birlikteliği anlatılıyor temelde. Sonda aslında ama ben başta anlatacağım, bir orayı anladım net olarak çünkü. Ha uyarmadı demeyin bu arada, sonundan başlıyorum bir yerde. Tango sembolizmini en sonunda gözüme gözüme sokmasaydı tabii ki anlamayacaktım. Ama ilişki tango yapar gibi yürüyor. Az çok biliyorum ya, şekerim hazır olun, ahkamımla geliyorum:) Tangoda geleneksel olarak dansı erkek yönetir, kadın onu izler. Daha doğrusu erkek adımı teklif eder, kadın oraya gidip gitmeyeceğini karar verir. Zira tango kadını gururlu ve ne yaptığını bilen bir kadındır şekerim:P İşin özeti Paul, Jeanne'i bir ilişkiye davet ediyor ve Jeanne de kabul ediyor. Ama ne isimlerini biliyorlar, ne yaşlarını, ne iş yaptıklarını, ne bileyim nerde yaşadıklarını... Filmde yönetmen, ruhsal parametrelerini olabildiğince ilişkinin içine karıştırmak istemediğinden isimsiz bir varoluşu yaratmaya kalkışan iki kişinin, nihilist bir devinimin kıvrımlarında sadece insan bedeninin olanaklarını kullanarak paralojik yok olma isteğini kusursuz bir eksperimantalist bakış açısıyla yorumluyor. Kısaca paso seks yapıyorlar. Aslında tam kelime biraz kaba kaçacağını biliyorum ama sevişmiyorlar çoğu zaman, birleşiyorlar. Çok duygusuz ama başlangıç noktaları "bir şey" olmadıkları bir dünyada varolmak. Hayvanlar misali sadece çiftleşme amaçlı bir birliktelik(gerçi imparator penguenler bu tanıma uygun değiller. zira tek eşliler, çocuk yapımında eşit görev dağılımına sahipler, aile kavramları var ve yer yer insandan daha insanlar. imparator penguen olmak istiyorum muntazaman. tabii konuyla ne alaka?). Özellikle erkek sevişmenin sosyal tarafını kesinlikle ilişkilerinde istemiyor. Anlatıp yazıyı boğmayacağım şimdi ama elbette bunun sebepleri var. Kimlikleri varolduğu anda büyüsünün bozulacağını düşünüyor. Kimliksizleşme özgürlüğü de getiriyor yanında. Aslında bir yerde tango gibi... Zira orda da bir isimsizlik hakim aslen. Kim olduğunun, ne olduğunun, neli dondurma yediğinin, hangi takımı tuttuğunun, ne okuduğunun dans ederken bir önemi yok. Sadece tango yapmak için üç-dört parça bir araya iki insan, zamanı gelince yine birbirleri hakkında hiçbir şey bilmeden yerlerine oturabiliyor. Ama işte kadın, her yerde kadın, anlamlandırmaya çalışmasa olmaz. Jeanne daha fazlasını istiyor, hatta tutuyor o bilinmezliğe aşık oluyor. Zaten insan bilmediğine aşık oluyor, bildiğinde bir tadı kalmıyor. Jeanne için de kalmıyor. Gerçekliğe attıkları adımla adam çekiciliğini yitiriyor. Diğer taraftan aslında adam dansı hala kontrol etmeye devam ediyor. Zaten başından beri ilişkide Paul'ün muazzam kontrolü var: Hiçbir şeyin bilinmemesini de isteyen o, gerçekliğe adım attıran da o. İlişkiyi istediği yere götürmesini bilecek kadar dansa hakim ve istediği tamamen yok olmak bir yerde, dibine kadar da zorluyor. Film biterken kızın "ismini bile bilmiyorum" demesi yalan değil, ismini bile bilmeden yerlerine oturuyorlar.

Aslında filmin simgelediği bir ordu şey varmış. Paul'ün orta yaş bunalımı ve onu aldatan karısının intiharından sonra istediği kimliksizleşme ihtiyacı, Jeanne'in hayatındaki baba figürünün eksikliğiyle büyümeyi reddedişi falan filan... Allah sizi inandırsın hiç sembolik bir insan değilim, anlamadım da...

Valla ortalıkta çok fazla oyuncu yok zaten. Bir Marlon Brando, bir de Maria Schneider var genel olarak. Kızın nişanlısı, erkeğin intihar eden karısının annesi gibi yan karakterler var onların dışında. Pek bir şey anlatmadım yan hikayelere dair. Aslında Jean ve Paul'ün hikayelerine dair bir şey de anlatmadım, ama ne bileyim diğer kısımları daha mühim geldi.

Babaanne cümlesi kullanayım: Marlon Brando'nun Marlon Brando olduğu zamanlar mirim(bir babaannenin mirim deme olasılığı nedir emin değilim tabii). Marlon Brando'nun neden bu kadar tutulduğunu anladım. Hani yakışıklı bulunması bir yana hakikaten iyi oyuncuymuş. Yakışıklı bulmuyorum, daha ziyade iyi oyuncu olmanın kendi içinde bir karizması olduğuna inanıyorum. Abartmıyorum, filmi adamın oyunuculuğu sürüklüyor. Yoksa akışı yavaş bir film. Psikopat mısın nesin demeyin ama ben birinin oyunculuğuna bakarken nasıl ağladığına bakıyorum. Adamın bir köşeye çekilip bir ağlaması var, kitledi geçti. Valla ben şu bir garip sinema seyircisi halimle Marlon Brando'yu bırak eleştirmek, yorum yapmaktan acizim. Henüz izlemediğim Baba serisine de bu adam yüzünden başlayacağım. Özellikle tek sahnelerinde muhteşem. Ay ne desem bilemedim bitirmek için paragrafı. Marlon Brando bea...

Maria Schneider, tam bir Parizyen(Parisli yani). Biraz çocuk, biraz kadın, ortada kalmışlığını güzel anlatıyor. Marlon Brando'yla oynadıktan sonra adama aşık olup psikolojik tedavi gördüğünü söylüyorlar:) Bilmiyorum o raddeye geldi mi gerçekten ama hakikaten Marlon Brando'nun büyüsüne kapılmış bir hali var. Adamın peşinden sürüklenen kadın olması bir yana, neden bu sürüklenmeyi seçtiğini anladım ben. Ne bileyim iyi dans eden bir adamdan sınırları ihlal ettiğini bilmene rağmen ayrılmama hissi... Bir süreliğine hayatı kendi yaptığın duvarların dışında; Ayşe, Fatma, Asude, Roberta, Maria olmadan yaşamak isteği... Aşırı bir hikaye, aşırı bir bakış açısı ama neden yaptığını anlıyorum. Sanırım buradan da iyi oynadığını söyleyebilirim.

Sizin de anlayacağınız üzere bir miktar serseme çevirdi film. Zira yazıyı tümevarım yöntemiyle yazdım resmen. Film hakikaten sert bir film. Perihan Mağden'in "aşkın kimyası üzerine gelmiş geçmiş en mühim eserlerden biri" tespiti var film hakkında. Bu kadar kesin bir şey diyemem kendi adıma, ama aşk kavramı üzerine bambaşka bir bakış açısı sunduğu kesin.

3 Şubat 2010 Çarşamba

My Life Without Me/Bensiz Hayatım

Valla reyting savaşlarını yönlendirmede nasıl bir katkım olur bilmiyorum ama izleyin ağlayın diye bu akşama film koymuşlar. Daha doğrusu kaçıncıya yayınlandığını bilmiyorum, epey bir süre önce aynı kanalda izledim. Önerin mi desen tam olarak değil aslında. İnce ince anlatmaya niyetim yok. Sadece görmezden gelmiş gibi davranmak istemedim bu filme, zira zamanında çok etkilemişti beni. Film bitince "lan hakkaten olabilir, benim de başıma gelebilir" hissiyle bakmıştım televizyona. Kalakaldıran bir film olmuştu ne bileyim. Konu klişe bilmek isteyene, iki ay sonra öleceğinin haberini alan genç bir kadının hayatında olup biteni anlatıyor. Bilmiyorum niye bu kadar koydu, nasıl anlattı da beni bu hale getirdi diye düşünürüm hala. Saat 21.15'te tv8'de yayımlanacak bu gece. Ben tekrar izler miyim? Açıkçası bilmiyorum, o midemle boynum arasında uzanıp giden boruların birinde löpçük oturup kalmış bir yumru hissini tekrar ister miyim hakikaten emin değilim.

Bu Kalp Seni Unutur mu

Taze taze, mis mis kritik... Dizinin son sahnesi henüz başlamadı, reklamın bitmesine bir-iki dakika var. Ailecek dizideki en beğendiğimiz oyuncuyu açıklıyorum: Yalçın'ı oynatan Tansel Öngel! Ama nasıl bir beğenmek. Annemle beraber büyük bir zevkle ve ağız dolusu küfrediyoruz Yalçın'a. Pezevenkler, piçler, şerefsizler havada uçuşuyor. Aha şimdi bitti dizi bir kez daha ben şerefsizi patlattım, babamdan da bir gebermedi geldi. Anlatmak istediğim nasıl bir oynuyorsa valla sürekli küfür halindeyiz. Resmen kendi çocuğu olmayan Ali'ye tiksinerek ve burnunun üstünde bok varmışçasına bakıyor. Çocuğa bir ilgi göstermeyişi var, küfrü hak ediyor ama! Aa bak sinir geldi, Yalçın Gece'nin velayetini de aldı, bir de göstermeyeceğini ima etti Cemile'ye. Pezevenk seni! Küçücük çocuk anasında ayrılır mı, yatacak yerin yok şerefsiz!